European Group of Public Administration – EGPA 2023 konferansı, 5-8 Eylül 2023 tarihleri arasında Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’te, Zagrep Üniversitesi ev sahipliğinde düzenleniyor. Konferans yüz yüze yapılacak olsa da Açılış Seremonisi bugün IIAS YouTube kanalından çevrimiçi olarak yayınlandı.

https://www.youtube.com/watch?v=ro3tnRDIqpg

EGPA 2023 Konferansı’nın teması “Avrupa Birliği’ni Çoklu Kriz Fırtınalarında Yönlendirmek: Kamu Yönetiminin Rolü” olarak belirlenmişti. Konferansın açılışını, Hırvatistan Başbakanı Andrej Plenković “Çoklu Krizlerle Baş Etmekte Liderliğin ve İstikrarın Rolü” başlıklı konuşması ile yaptı. Hemen takip eden Panel’de ise altı konuşmacı vardı ve Panel’in başlığı da “Çoklu Kriz Fırtınalarını Yönlendirmek” başlığını taşımaktaydı. Panel konuşmacıları, genel olarak siyasetçilerden oluşmaktaydı, ancak dikkat çekici olan nokta birçoğunun akademik kariyeri bırakarak siyasete atılmış olmasıydı.

Hem açılış konuşmasında hem de Panel’deki konuşmalarda vurgulanan bazı ortak noktalar vardı. Öncelikle bir kriz, hatta çoklu kriz döneminde yaşadığımızın teyit edilmesi: ekonomik krizler, sağlık krizleri (COVID gibi salgın hastalıklar), teknolojik kriz (dijitalleşme ve yapay zeka devrimi, vd.), iklim krizi, göç krizi, demografik kriz (Avrupa nüfusunun azalmasına karşılık özellikle Afrika’daki nüfusun giderek artması kastediliyor) yaşandı, yaşanıyor ve yaşanmaya devam edecek. Söz konusu krizler bir gerçek ve “bilinmezlik” (unpredictability) bu dönemi tanımlayan temel kavram.

Peki bu krizlerle baş edebilmek için kamu yönetimi ne yapmalı ya da kamu yönetimine düşen görev nedir? Çoklu-krizlerle baş edebilecek “çevik (agile), dayanıklı/esnek (resilient), sağlam (robust) bir kamu yönetimi nasıl kurulabilir?

Öncelikle konuşmacıların neredeyse tümünün krizlerle baş edebilmek için mecliste çoğunluğa sahip “güçlü bir hükümet”in gerekliliğine vurgu yapması dikkat çekiciydi. Krizlerle baş

edebilmek için mecliste çoğunluğun sağlanması istikrarın temeli olarak görülüyor, Türkiye’deki beka sorununa benzer bir söyleme kayıyor. Konuşmacıların ortak kaygısı da yürütmenin, Avrupa Birliği’nin hukukun üstünlüğü, kişisel hak ve özgürlerin korunması gibi temel değerlerini tehdit etmeden güçlenmesi. Burada kamu yönetimine önemli bir rol biçiliyor, hukukun üstünlüğünü koruyan bir kamu yönetimi ve bu minvalde kamu yönetiminin kalitesinin artırılması. Kamu yönetiminin, özellikle Sovyetler döneminde merkezi ve “katı” yapısı eleştiriliyor (konuşmacıların Kosova ve Hırvatistan’dan olması nedeniyle vurgu geçiş ekonomileri ağırlıklıydı) ve üç tanımlayıcı kavram öne çıkıyor: çeviklik (agility), dayanıklılık/esneklik (resilience) ve sağlamlık (robustness). Bu kavramların neyi kastettiği çok da açık değil, ancak yapı ve işlevle ilgili bir dizi yine ortaklaşan unsur etrafında tartışılıyor:

  • Güçlü liderlik,
  • Kanıt-temelli politika yapım süreci,
  • Subsidiarite ilkesi,
  • Organizasyonların “öğrenen” yapılara çevrilmesi,
  • Liyakat temelli kamu personel sistemi,
  • “Ehil” (competent) kamu personeli istihdamı,
  • Kamu personelinin “yenilikçilik” (inovation) becerilerinin geliştirilmesi,
  • Finansal olarak güçlü mali sistemler…

Bu anlamda, krizlerle baş etmek üzere yürütmenin güçlenmesi eğilimine konuşmacılar tarafından sahip çıkıldığı, ancak bu gücü dengeleyecek (democratic backsliding ve executive aggrandizement literatürünün eleştirileri bağlamında) bir takım yapısal ve işlevsel mekanizmaların gerekli olduğu vurgulanıyor.